Kuşatma Altındaki Aleviler!

“Oruç Namaz Zekat Hac cürm-ü cinayet durur
Fakir bundan azattır has ül havas içinde
Aynel yakın görüptür Yunus mecnun oluptur
Bir ile bir oluptur Hakk-el yakın içinde”

Yunus Emre

Aleviliğin inanç boyutunda ritüelleri, sembolleri, kendine has dili ve söylemleri yüzyıllara yayılan birikimle günümüze kadar varlığını korumuştur. Aleviliğin temel karakteri ve özgünlüğü “Miraç” ve “Kırklar Meclisi” söylencelerinde hayat bulan ve Anadolu keramet erenlerinin marifetleriyle şekillenmiştir. Dedelerin kelamında, Hakk aşıklarının, zakirlerin Telli Kur’an’ında vücuda gelmiştir. Gıdası, ilmin deryası muhabbettir.

İkrar vererek Hakk Muhammet Ali Yolu’na Musahip (ahiret kardeşi) olarak talip olan her can kin, kibir, haset, riyadan arınarak ölmeden önce ölümü tatmıştır. Dolayısıyla Musahiplik bu hakikat yolunun mayasıdır.

Bu biçimiyle erkek egemen bir hiyerarşiden, sınıfsal farklılaşmadan uzaktır. İnsanın tüm kulluk ilişkilerine son veren, toplumsal eşitliğe dayanan, rızalık üzerine kurulu kominal bir sosyal ve inançsal yapılanmayı içerir.

“Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde,
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,
Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde.”

Hacı Bektaş Veli

Bu nedenle Aleviliğin bir sınıf egemenliğini temsil eden devlet yapılanmasıyla ve devlet diniyle uzlaştırılamayacağı bilinmelidir.

Alevilik, öncelikle, seküler ve laik bir yaşam tarzını öngörür.

Sekülerizm dünya hayatına odaklanması yönündeki düşünce merkezlidir. Görünür dünyadan, doğadan, nesnel toplumsal ilişkilerden beslenir ve buna hizmet eder. Laiklik de dinsel olanın devlet yönetiminden ve kamusal alandan ayrıştırılarak bireyin kendi özgürlük alanına bırakılmasını gerektirir.

ALEVİ İNANCI KUŞATMA ALTINDA

Dört bir koldan kuşatılan Alevilik inancı ve öğretisi mensupları asimilasyon ve devşirme politikalarına direnerek ayakta durmaya çalışıyor.

Ülkemizde 1950’lerde başlayan göç dalgasıyla kentlere yerleşen Aleviler, buralarda inancını yaşayabileceği ortam ve mekanları bulamadı. Bu durum büyük bir toplumsal kopuşu ve kırılganlığı beraberinde getirdi. 1990’lı yılların ortalarına kadar devam eden bu süreç, 1993 Sivas’ta yobaz sürüleri tarafından yakılan Madımak Oteli’nde 33 canın katledilmesiyle yeni bir boyut kazandı. Bu vahim yangın Alevilerin toparlanmasına, örgütlenmesine neden oldu.

Artık Aleviler cenazesini bile camide kaldırmayı içine sindiremedi. Zaten cami cemaati tarafından her defasında horlanan toplum, çözüm olarak ibadethanesi olan cemevi yapmayı gündemine aldı. Ve kısa sürede ülkenin dört bir yanında, kendi olanaklarıyla yüzlerce cemevini bina etti.

ALEVİLİK İNANCI YOK SAYILIYOR

Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan beri (Osmanlı’dan miras alınmışçasına) Alevi toplumunun inanç ve öğretisi yok sayıldı, kabul edilmedi. Üstüne üstlük bu anlayışa asimilasyon kurumları eklenerek geliştirildi. DİB’nın kadroları Türkiye’nin dört bir yanında adeta Alevi avına çıktılar. Sistemli bir şekilde Alevi köylerine seferler düzenlediler. Bu girişimleri başarısız oldu diyemeyiz. Nitekim onlarca Alevi köyüne cami yaptırarak, hatta Alevi ulularının sandukasının olduğu mekanlara bile minare dikerek başarılı oldular. Ve cami yapılan köylere toplum mühendisi imamlar atayarak Vahabi İslam anlayışı enjekte edildi.
Bir yandan siyasal İslamcılar, cemaatler ve tarikatlar, bir yandan İran destekli Şii misyonerler, bir yandan

Yahoa Şahitleri denen Hıristiyan misyonerler, bir yandan da Hıristiyan Protestan inancı mensuplarının devşirme faaliyetleriyle kuşatılan Aleviler…

Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal güvence altına aldığı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) Vahabi-Selefi toplum mühendisleri ve Kültür Bakanlığı’nın asimilasyon merkezi olarak oluşturduğu Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın sinsi ve karmakarışık çalışmaları ile kuşatılan Alevilik…
Bu durumlardan rahatsız olan bir Hakk aşığı bakın tepkisini nasıl dile getirdi:

“Minareye çıkıp bize bağırma
Haberimiz vardır, sağır değiliz
Sen kendini düşün, bizi kayırma
Sizlerle kavgaya uğur değiliz.”

Aşık İbreti

OCAK ÖRGÜTLÜLÜĞÜ

Alevi öğretisi, toplumsal ilişkilerini hak-hukuk-adalet ve eşitlik temeli üzerine kurmuştur. Aleviliğin “Dört Kapı Kırk Makam” öğretisi bireysel ve toplumsal yaşamın düzenini oluşturur. Bireyin toplum içindeki yaşantısında kendi kendini disipline etme, bir eğitim ve bilinçlenme çabasıdır. Bu ahlaki disiplin ve eğitimi yaşam alanlarında “Ocak” örgütlülüğü içinde hayata geçirerek tüm bu saldırılara göğüs gerecek bir yapıda süregelmiştir.

Günümüzde kentlerde dernekler çatısı altında örgütlenmeye çalışan Aleviler, “Ocak Sistemi” içinde örgütlü yaşamını ıskalayarak bu saldırılarla baş edemez. Siyasallaşan inanç örgütlülüğü Alevilik için beka sorunudur.

Aşk-ı Muhabbetle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

xxx