Dr. Baran Bozoğlu, Dubai’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ni tüm ayrıntılarıyla anlattı: En yalnız ülke Türkiye
- Türkiye gerçekten COP28’de tek başına kalan tek ülke. Her ülkenin bir grubu var ama Türkiye herhangi bir grupta yer almadan kendi başına müzakere yürütüyor. Grubu olmayan tek ülke Türkiye.
- Ülkemizin enerji kaynaklarının yüzde 50’den fazlası fosil yakıtlara dayanıyor. AB, 2026’da karbon vergilendirmesi uygulayacak. Fosil yakıtta karbon ayak izi yüksek çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye dönüşümezse sanayisi çöker.
CHP PM üyesi ve çevre mühendisi Dr. Baran Bozoğlu Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
- Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP28) açıklanan fonlardan Türkiye yararlanabiliyor mu?
Türkiye, BM İklim Değişikliği Çerçevesi Sözleşmesi’nde “gelişmiş ülke” olarak tanımlandığı için bu fonlardan yararlanamıyor. Müzakerelerde, “Bizi gelişmekte olan ülke olarak kabul edin ve bu fonlardan yararlanmamızı sağlayın” politikası üretiliyor. Ama bu kabul görmedi. Şu anda ekonomisi gelişmiş olan Güney Kore, Brezilya, Çin bile “gelişmekte olan ülke” statüsünde ve bu fonlardan yararlanabiliyor.
- Neden Türkiye “gelişmiş ülke” statüsünde?
Gelişmekte olan bir ülke olmasına rağmen gelişmiş ülke statüsünde. 1994’teki anlaşmada Türkiye bunu kabul ettiği için bu kaynaklardan yararlanamıyor. Onun yerine alternatif birtakım kaynaklardan yararlanmaya çalışıyor. Ama tabii ki çok büyük bir haksızlık.
- Türkiye COP28 sırasındaki müzakerelerde bu konudaki haksızlığı dile getirdi mi?
Evet. Türkiye bunu uzun süredir müzakerelerde ifade ediyor. Fakat bu tek başına Türkiye’nin ya da birkaç ülkenin vereceği bir karar değil. 198 ülkenin tamamının onay vermesi gerekiyor ki Türkiye bu fonlardan yararlanabilir hale gelsin.
‘KARARLAR BAĞLAYICI DEĞİL’
- Diğer ülkeler neden onay vermiyor?
Biz Taraflar Konferansı’nı (COP) biraz çevre, iklim politikaları ve dünyanın geleceğini kurtarmak adına görüyor olsak da aslında çok büyük bir dış politika sürecinin de yansıması olduğunu söyleyebiliriz. Yani ülkeler arasında kurulan ilişkiler, tarihsel problemler, kalkınma ciddi biçimde önemli.
- COP’ta alınan kararların bir bağlayıcılığı var mı?
Alınan kararların hiçbirisi bağlayıcı değil. Doğrudan bir yaptırımı yok. Niyet beyanı. Ülkeler bir araya gelip, “Biz burada alınan kararları kabul ediyoruz” diyorlar. Paris İklim Anlaşması da böyle. Ama ilkesel olarak taraf olduğunuz bir yerde etik olarak uygulama yapmanız gerekiyor.
- Yaptırım yoksa ülkeler neden bu kararları uygulansın?
Yaptırım aslında şu; finansal kaynaklara ulaşma süreciniz kısıtlanabiliyor. Örneğin Dünya Bankası, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası gibi birçok farklı fon kaynakları var. Bu konuda bağışçılar var. Bunlardan yararlanabilmek için de sizin “Sera gazı azaltım ve iklim değişikliği uyum politikalarımız budur ve bu adımları atacağız” diye somut veriler ortaya koymanız gerekiyor ki o finans kuruluşları ya da uluslararası bağış kuruluşları size destek versin. O nedenle bunlara taraf olmak çok önemli. Yani hukukken bir zorlayıcılık yok ama ekonomik anlamda bir zorlayıcı pozisyonu çok net var. Ülkenizin kalkınmasını, yatırımların gelişimini doğrudan etkiliyor.
‘FOSİL İLE FAKİRLEŞECEĞİZ’
- Türkiye hem ekonomik çıkarlarını hem de fosil yakıtların terk edilmesiyle ilgili verdiği taahhüdü nasıl dengeleyecek?
Türkiye’nin birincil enerji kaynaklarının yüzde 50’den fazlası, fosil yakıtlara dayanıyor ve bu fosil yakıtlarının da yüzde 78’inden fazlasını ithal ediyoruz. Biz fosil yakıtı zengin olan bir ülke olmadığımız için, fosil yakıt kullanmaya devam ettiğimiz sürece fakirleşeceğiz. Bu çok net. Fakirleşmemizin birinci sebebi, ithal ediyor olmamız.
Öte yandan AB yurtdışından alacağı ürünlere dair bir karbon vergilendirmesi sistematiği geliştirdi. Bu “sınırda karbon vergisi” olarak geçiyor. AB diyor ki “Bana göndereceğiniz malın karbon ayak izini hesaplayın ve eğer bu benim sınır değerlerimi aşıyorsa bunun vergisini vereceksiniz”. Dolayısıyla fosil yakıtı kullanan bir enerji yöntemiyle üretim yaptığınızda o ürünün karbon ayak izi, sera gazı miktarı, iklim etkisi yüksek çıkıyor. Yüksek çıkınca da siz malı Avrupa’ya gönderirken sınırda vergi ödüyorsunuz. Vergi ödediğiniz zaman da yurtdışındaki diğer ülkelerle rekabet edemez hale geliyorsunuz.
- AB’nin karbon ayak izine bağlı vergi uygulaması ne zaman başlayacak?
2026’dan sonra AB’ye giren belli başlı ürünlerde karbon vergisi alınacak. Yalnız AB de değil gelecekte Kanada, Amerika ve diğer dünya ülkeleri de mal gönderen ülkelere sınırda karbon vergisi uygulamaya başlayacaklar.
- Yani Türkiye ihracat yaparken zarar mı edecek?
Hatta ihracat yapamaz hale gelecek. AB, karbon ayak izi düşük olan ürünü almayı tercih edecek. Türkiye’den vazgeçecek. Çünkü ürettiğimiz ürünün fiyatı karbon vergisine girdiği zaman çok pahalı olacak.
- Türkiye’nin bunun için bir hazırlığı var mı?
Paris İklim Anlaşması’nda ve öncesinde AB bunu hep anlattı ve “Hazırlıklı olun” dedi. Ama Türkiye göz göre göre 8-9 yıldır bu konu gündemde olmasına rağmen herhangi bir dönüşüm yapmadı. Çok geç kaldı.
‘DÖNÜŞMEZSEK SANAYİ ÇÖKECEK’
- Eğer dönüşüm gerçekleşmezse ne olur?
Türkiye dönüşümü önümüzdeki dönemde gerçekleştiremezse; sanayi çöker. Büyük bir işsizlik, büyük bir yoksulluk ortaya çıkar. Bizi bekleyen risk şu: Fabrikalarımızda üretim duracak. Çünkü fabrikalar ürettiği ürünü satamaz hale gelecek. Fabrikalar durduğu zaman işsizlik artacak. Ciddi bir ekonomik ve sosyal çöküntü riskiyle karşı karşıya kalacağız. Sanayileşme anlamında geriye gidiş olacak.
- İki yılda ne kadar uyum sağlanabilir?
Bu hükümetin başarması çok zor. Çünkü geleneksel yöntemlerle çalışıyorlar. Liyakatsiz, plansız bir yapı var. Sadece günü kurtaran ve seçimlere odaklı bir politika izleniyor. Şunu göremiyorlar, dünyada büyük bir enerji, sanayi ve bilişim devrimi yaşanıyor. Bu devrimi yakaladığınız zaman, bu size istihdam ve ekonomik girdi sağlayacak. Kalkınma beraberinde gelecek. Bu ekonomik kriz aslında bizim fosile değil, temize dönmemiz için bir araç olmalı.
‘FOSİL LOBİLERİ ENGEL OLUYOR’
- Hükümetin tüm bunları yapması için elini tutan nedir?
Bir fosil lobisi var kuşkusuz. Bu Taraflar Konferansı’nda da var. Orada müdahale etmeye çalıştılar. Türkiye’de de bu konudan ekonomik gelir elde eden ve hükümetle birlikte çalışan yapılar olduğunu görüyoruz. Bu fosil lobisi dönüşümü engellemeye, Türkiye’nin kalkınmasını ve rekabetini engellemeye çalışıyor. Bizi eski teknolojiye yönlendiriyor.
- COP28’de Türkiye’nin performansı nasıldı?
O toplantılara son beş yıldır Türkiye daha fazla temsilci ile katılıyor. Ama müzakerelerde somut bir başarı elde ettiğimizi söyleyemeyiz. Türkiye yalnız bir ülke. Şu an Türkiye gerçekten COP28’de tek başına kalan tek ülke.
- Ne anlamda tek başına kalan?
Müzakere gruplarına baktığınızda, G77/Çin Grubu, ALBA Grubu, Avrupa Birliği Grubu (AB-28), Çevresel Bütünlük Grubu (İsviçre, Meksika, G. Kore v.b.), Şemsiye Grubu (Avusturalya, ABD, Kanada, Japonya vb) hep birlikte müzakerelerde bulunurken Türkiye herhangi bir grupta yer almadan müzekerelerde kendi başına süreç yürütmeye çalışıyor. Güney Amerika ülkeleri de var. Küçük ada ülkeleri var. Bunların hepsi platform olarak, grup olarak müzakerelere katılıyor. Grubu olmayan tek ülke Türkiye.
- Neden bir grubumuz yok?
Yalnızız. Bu müzakere anlamındaki başarısızlığımızı gösteriyor aslında. O müzakerelerde diğer ülkelerle işbirliği yapan bir tarzımız yok.
- Bütün COP’lerde böyle mi oluyor?
Tabii ki.
- Bu Türkiye’nin tercihi mi yoksa onlar mı istemiyor?
Karşılıklı olan bir süreç. Oradaki her ulus kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyor. Mesela koalaları ile ünlü sempatik Avustralya, en büyük kömür ihracatçısı. Fosilin devam etmesi için çaba harcıyor. Kanada petrol konusunda çok güçlü bir ülke. Dışarıda çok çevreci görünen, demokrasisi güçlü olduğu ifade edilen bu ülke petrolün kullanımının devamı için mücadele veriyor. Dolayısıyla her ülke kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bu zirvelerde yer alıyor.
- O halde bu zirveler göstermelik mi oluyor?
Bu tanım haksızlık olur. Sonuçta bir tartışma yapılıyor. Fikirler tartışılıyor, her müzakereci ülke için öğretici ve farkındalık geliştirici bir süreç. Mesela küçük ada ülkeleri, yoksul ülkeler orada mücadele ediyor. Haklarını aramaya çalışıyorlar. Bu ülkeler topraklarını, kültürlerini kaybediyorlar. Deniz seviyesi yükseldiği zaman, ülkesi yok oluyor.
- Bu durum büyük ülkelerin ne kadar umurunda?
Açık konuşmak gerekirse burada bir ekonomik tartışma var. Bugün iklimle ilgili teknoloji Batı ülkelerinde. Bu ülkeler finansal desteği sağlarken bir yandan kendi teknolojilerini satıyorlar. Yani gelişmiş ülkeler finansal destek veriyor ama aynı zamanda ekonomik bir girdi sağlıyor. O para aslında yine gelişmiş ülkelere dönmeye başlıyor. Taraflar Konferansı’nda varlıklı, gelişmiş ülkelerle, gelişmekte olan ülkelerinin çekişmesi olduğunu görüyoruz.
- İlk kez kayıp hasar fonu kurulacak, bunun önemi nedir?
Bu, gelişmiş ülkelerin çok istemediği bir şeydi. Çünkü kayıp ve zarar fonu dediğimiz kavram aslında yoksul, gelişmekte olan ülkelerin bir hak talebi. Gelişmiş ülkeler bu zamana kadar bunu kabul etmiyorlardı. Bunun kurulması önemli. Bu artık kazanılmış bir değer.
- Bu sayede gelişmekte olan ülkeler para alabilecek mi?
İklim değişikliğine uyuma yönelik gelişmekte olan ülkeler ve küçük ada ülkeleri para alabilecekler. Ayrıca, uluslararası mahkemelerde gelişmiş ülkelerin ya da bu konudan sorumlu olan büyük uluslararası şirketlerin hukuki anlamda sorumluluğu oldu.
- Kararların bağlayıcılığı ve yaptırımı direkt olarak yoktu, bu fonla yaptırımın da önü mü açılıyor?
Bu fonun kuruluyor olması demek, gelişmiş ülkelerin bu sorunun sorumluları olduğunu kabul ettiği anlamına geliyor.
‘YAPTIRIM OLMAMASI BAŞARIDAN UZAKLAŞTIRIYOR’
- Toplantının petrol zengini BAE’de yapılması da çok tartışıldı, ne dersiniz?
Çok eleştirildi fakat ben iletişime çok inanan bir insanım. Her kesimin, her fikrin bir araya gelip konuşması gerektiğini düşünürüm. İklim değişikliği konusunun özellikle bir petrol ülkesinde konuşuluyor olmasını da değerli buluyorum.
- Neden değerli?
- Peki bu konuda samimi olurlar mı?
Türkiye nasıl bir dönüşüm yakalamak zorundaysa, petrol ihraç eden ülkelerin de bu dönüşümü yakalama zorunluluğu var. Bu onların da kaçınılmaz süreci.
- Bugüne kadar toplamda 28 tane COP yapıldı. Dünya ne kazandı?
Bir grafik yaparsanız sera gazı emisyonlarını, dünya ortalama sıcaklığını ve toplantı tarihlerini yan yana koyduğunuz zaman çizgisel bir artış olduğunu görüyorsunuz. Bu toplantılar tek başına sera gazını azaltmıyor. Tam tersine artış devam etti. Fakat şunu söyleyebiliriz: Toplantılar sonrasında alınan kararların ülkelerin yatırımlarında önemli etkisi oldu. COP toplantıları tek başına sorunu çözen değil ama dünyanın geleceğine dair farkındalığı olan ülkeleri dönüştüren toplantılar. Dolayısıyla ben olumlu etkisi olduğunu düşünüyorum. Ama yaptırımların olmaması, ülkelerin kendi haline bırakılıyor olması bizi başarıdan uzaklaştırıyor.
DR. BARAN BOZOĞLU KİMDİR?
ODTÜ Çevre Mühendisliği lisans, ODTÜ Kentsel Politika Planlama’da yüksek lisans, Ankara Üniversitesi İklim Değişikliği ve Paris Anlaşması üzerine doktora, Georgetown Üniversitesi Liderlik eğitimini tamamladı. Çevre Bakanlığı’nda uzman, baş denetçi, TÜRKAK’ta akreditasyon uzmanı, baş denetçi, Washington DC Belediyesi’nde sürdürülebilirlik uzmanı, ASKİ genel müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 10 yıl Çevre Mühendisliği Odası genel başkanlığı yaptı. İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği başkanı. Bozoğlu CHP’nin son kurultayında PM üyesi oldu.