Posta’dan Verda Özer yazısında bugün Göcek’te başlayan 8. Rixos Yelken Kupası yarışlarında yarışan 472 yarışmanıcının 195’inin kadın olduğunu belirterek, Türkiye’de en az 20 bin lisanslı kadın yelkenci olduğunu dile getirdi. Özer’in yazısı şu şekilde;
“Bazen tek bir haber, insanı bir anda umutlandırıyor. Bu hafta 14-17 Kasım arasında Göcek’te yapılan 8’inci Rixos Yelken Kupası yarışlarında, yarışmacıların yarısının kadın olduğunu öğrenmek beni hem şaşırttı hem de çok umutlandırdı. Zira 472 yarışmacının tam 195’i kadın.
‘Yelkenci’ ya da ‘denizci’ dendiğinde akla illa ki erkek gelen bir ülkede, kadın yelkenci sayısının bu kadar artmış olması müthiş bir gelişme. Bunun üzerine Türkiye’de iki yıl önce kurulmuş bir Kadın Yelkenciler Spor Kulübü Derneği olduğunu ve Türkiye Yelken Federasyonu’nda bugüne kadar iki kadın başkanın görev yaptığını da öğrendim.
Herhalde başka hiçbir spor federasyonunun iki kadın başkanı olmamıştır. Dahası; meğer Türkiye’de halihazırda 10 bin aktif lisansı olan, en az 20 bin de lisanslı kadın yelkenci varmış. Oysaki bugüne kadar yelkencilik, erkek egemen bir spor dalı olageldi. Tıpkı futbol ve basketbol gibi. Tam da bu yüzden bu yıl kadınların yelken yarışlarına sayılarıyla damga vurmaları, birşeylerin gerçekten değiştiğine delalet. Bunun için öncelikle tüm denizci kadınlara, sonra da onları destekleyen ve yarışmayı düzenleyen Rixos Premium Göcek’e teşekkür ediyorum, ediyoruz. Bizleri ‘denizde kadın uğursuzluk getirir’ deyişinden, bugünlere elbirliğiyle getirdikleri için.
DÜNYADA DURUM
Merak ettim, baktım; sadece Türkiye’de değil, dünyada da aslında ‘yelkenci’ denilince akla maalesef kadın hiç gelmiyor. Kadınlar sporda hep toplumsal cinsiyet kalıplarına takılı kalıyor. Bir kadının bir spor dalında olabilmesi için sanki o sporun illaki kadın estetiğiyle özdeşleşmesi gerekiyor! Artistik patinaj, ritmik jimnastik, buz pateni, bale gibi. Diğer yandan; en popüler spor dalları olan atletizm, futbol, basketbol, voleybol ya da ağır fiziki performans gerektirdiği düşünülen ‘outdoor’ sporlar (dağcılık, yelken vs.) tamamen erkeklerin kontrolünde.
Yani denizcilikte de kadının varlığı göz ardı edilmiş. Mesela durum bugün ABD’de de böyle. Maria Brock’un belgeseli Shipping Out: American Seafaring Women’da, şu an ABD’de denizcilerin (denizde çalışanlar, temizlik işçileri ve aşçılar dahil) sadece yüzde 3’ünün kadın olduğunu izliyorsunuz. Araştırınca görüyorsunuz, dünya genelinde de durum böyle.
ÖNCÜLÜK YAPTI
Türkiye’de kadınlara bu yolu açan ve arkasından nesillerin yürüdüğü ilk kadın yelkenci ise, Necla Öney. Onun sayesinde binlerce kadın bugüne kadar yelken yapabildi. Denize açılabildi. 3 yıl önce rahmetli olan Necla Öney, 1950’li yıllarda denizciliğe başlamış, Türkiye’nin ilk kadın yat yarış kaptanı.
Türk yatçılığının efsane isimlerinden merhum Ahmet Muhittin Öney’in de eşi. Necla Hanım’ın izinden giden bir kadın yelkenciyle görüşmek isteyince ise karşıma Türkiye’nin 4’üncü kadın yelkencisi ve ilk milli kadın yelkencisi olan Mihri Ereş çıktı. Sohbetimizde Mihri Hanım bana bambaşka bir pencere açtı, yelkenciliğin bir spor dalının çok ötesinde aslında bir yaşam tarzı olduğunu hatırlattı.
KENDİ KENDİNE YETEBİLMEK
Her şeyden önce; yelken demek rüzgarla ve dalgayla haşır neşir olmak ve her ikisiyle her an uyumlanmak, yönünü havaya ve suya göre belirlemek demek. “Yelken, en kısa zamanda en doğru kararı vermeyi öğretir insana. Aslında hayatın birebir aynasıdır. Orası hakikatin kendisidir” diyor Mihri Hanım. Denizciliğin insana sabrı, fedakârlığı, tevekkülü ve kendi kendine yetebilmeyi öğrettiğini anlatıyor. Yani hayatı ve kendini tanıyabilmenin belki de en doğru yolu olduğunu. Rahmetli duayen müzisyen ve aynı zamanda denizci olan Kayahan’ın ‘deniz tarladır’ sözünü hatırlatıyor. “O toprakta yani suda ne ekersen onu biçtiğini bilmek gerekiyor” diyor.
KALICI DESTEK
Kadının denizde olması ise ayrıca çok önemli. Zira bir yelkenlide, kendi kendinize yetmelisiniz. Orada başka hiçbir şey ve kimse (size eşlik edenler hariç) olmadığı için, kendi kendinizi döndürebilmelisiniz. O yüzden yelkenci olan kadın önce kendine yetmeyi öğreniyor, sonra da kendi kendine yetebilen çocuklar yetiştiriyor. O kültürü ve yaşam şeklini, bir sonraki nesle aktarıyor. “Ancak bunu başarabilmesi için kadın yelkencilerin kalıcı bir stratejiyle desteklenmesi gerekiyor. Hem devlet hem özel sektör tarafından. Her spor dalının popüler olabilmesi ve gelecek nesilleri çekebilmesi için başarı hikayelerine ihtiyacı var. Bunun için de uzun dönemli destek şart” diyor Mihri Ereş.
YAŞAMIN SIRRI
Kadınla denizi birbirinden ayırmak ise zaten mümkün değil. Zira ikisi bir: Doğmadan önce annemizin rahminde 9 ay 10 günü aslında bir “deniz”de geçiriyoruz. Tıpkı denizlerin içinde binbir çeşit canlıyı barındırdığı gibi. Doğuran-besleyen-yaşamı daim kılan nasıl kadınsa, denizler de sayısız canlıyı ve bu gezegeni yaşatıyor. Yani kadın ne kadar yaşamın sırrıysa, su da öyle. İkisi de bu dünyanın doğurganı, doğuranı. Hayat vereni. Tam da bu yüzden kadın ve su birbirine çok yakışıyor. Denizler çok daha fazla kadın yelkenci çağırıyor.
patronlardunyasi.com